“Enflasyonla mücadelede en zoru geride bıraktık.”
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 11 Temmuz’da Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD) toplantısında bu sözleri sarf etti.
Aslında “Ekonomide en kötü günleri geride bıraktık” söylemine, geçtiğimiz yıllarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dahil farklı hükümet yetkilileri de başvurmuştu.
Ancak Bakan Şimşek, ekonomide bu kez gerçekten iyileşme dönemine girildiğini savunuyor.
Şimşek; Haziran ayında yıllık enflasyonun yüzde 71,6’ya gerilemesi, CDS risk primlerinin düşmesi, Merkez Bankası’nın swap hariç net rezervlerinin son 4,5 yılın en yüksek seviyesine ulaşması, kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in Türkiye’nin kredi notunu ilk kez iki kademe artırması, yıl sonu enflasyon beklentisinin yüzde 43’e düşmesi gibi gelişmeleri uyguladıkları politikalara bağlıyor ve iyileşmenin sonuçları olarak yorumluyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da 16 Temmuz’da kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, ekonomiyle ilgili bazı verileri paylaşıp “İstikrar ve reform programımızı kararlı bir şekilde uyguluyoruz. Programın olumlu sonuçlarını peyderpey alıyoruz, alacağız” dedi.
Peki ekonomi yönetiminin programı son yıllarda büyük çalkantı sürecinden geçen Türkiye ekonomisinin sorunları karşısında gerçekten işe yarıyor mu?
Bu noktaya nasıl gelindi?
BBC Türkçe‘nin sorularını yanıtlayan uzmanlar arasında bu sorunun yanıtı kadar ekonomideki problemlerin tarifine yaklaşımda da farklılık bulunuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen yılki seçimlerden önce yüksek faiz oranlarının daha yüksek enflasyona yol açacağını savunmuştu. 2021-2023 arası “Türkiye Ekonomi Modeli” adıyla bazı politikalar uygulandı.
Bu kapsamda Merkez Bankası’nın borçlanma maliyetlerini düşük tutması sağlandı ve büyümeye vurgu yapıldı.
Bir dönem Merkez Bankası faiz oranlarını düşürdü ve buna direnen başkanları istifa etmek zorunda kaldı.
Birkaç yıl içinde Türkiye kendisini yüksek enflasyon, düşük Merkez Bankası rezervleri ve yabancı para birimleri karşısında zayıflayan bir Türk Lirası gibi sorunlarla karşı karşıya buldu.
Birçok ana akım ekonomist, ekonomide yaşanan bozulmadan asıl olarak bu politikaları sorumlu tuttu. Ancak buna katılmayanlar da vardı.
Hükümet yetkilileri ise Covid-19 salgını, Ukrayna savaşı gibi küresel ekonomiyi de olumsuz etkileyen dış sebepler ve 6 Şubat 2023 depremi gibi ulusal ölçekteki sorunların ekonomik dengeleri etkilediği kanısındaydı.
2023 seçimleri sonrası hükümet, ekonomi politikalarında “U dönüşü” yaptı.
Bakan Şimşek, göreve başlarken ekonomide öngörülebilirliği sağlamak için ülkenin “rasyonel zemine” dönmekten başka çaresi olmadığını söylesi.
Merkez Bankası (MB) yönetimi de revize edildi. Yeni MB yönetimi ilk faiz artırımını 27 ay sonra Haziran 2023’te gerçekleştirdi.
9 ay içinde faiz oranları yüzde 8,5’ten yüzde 50’ye yükseliltildi.
Bu ve benzeri adımlar, “parasal ve mali ortodoksiye dönüş” olarak yorumlandı.
Ekonomistler uygulanan politikalar için ne diyor?
Küresel piyasalar ve uluslararası finans kuruluşlarının olumlu mesajlar verdiği ve devamını savunduğu bu politikaların işe yarayıp yaramadığı konusunda ise farklı görüşler var.
Sabahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Güran Yumuşak, Türkiye ekonomisinin durumunun genel olarak “çok olumsuz olmadığı” kanısında.
Türkiye ekonomisinin üretim, istihdam, büyüme gibi alanlarda istikrarlı bir gelişim sergilediğini belirten Prof. Dr. Yumuşak, “son yıllarda sadece mali alanda sorunlar yaşandığını, bunlara karşı da hamleler yapıldığını” söylüyor:
“Yeni ekonomi yönetiminin ortodoks politikalar uygulayarak mali kesimde dengenin sağlanması, kurun öngörülebilir olması ve bazı yapısal sorunların giderilmesine yönelik önemli hamleler yaptığını söyleyebiliriz. Nitekim enflasyonla ilgili alınan tedbirler sayesinde geçtiğimiz ay, yıllık enflasyonda bir gerileme söz konusu oldu. Bu, yılbaşına kadar da devam edecek.”
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, ekonomide kısa vadeli çözümlerin sonuç verebileceği ancak bunun yapısal sorunları ortadan kaldırmayacağı kanısında:
“Mevcut yönetim dünyaca kabul görmüş ortodoks politikalara geri dönerek talebi kısmak için faiz oranlarını kademeli olarak 41,5 puan artırdı. Eğer başladıkları bu yolda bağımsız adımlarla ilerlemelerine ve siyasi baskıya maruz kalmadan, erken faiz indirimine gitmeden, görevlerinin başında kalıp başladıklarını bitirmelerine izin verilirse, enflasyonu tekar yüzde 7-8 li seviyelerde görebiliriz.
“Bu vesile ile Merkez Bankası’nın güvenilirliğini yeniden sağlayarak yabancı döviz rezervlerini yeniden artırıp özellikle Eylül 2021 sonrası politikaların yarattığı akut hasarı onarabilirler.”
Prof. Dr. Demiralp bu tespitinin ardından, “Ancak bugüne kadar geliştirilen politikaların esas odağının kısa vadeli olduğunu ve Türkiye ekonomisinin yapısal ihtiyaçlarını karşılayacak kapsamlı bir kalkınma programının henüz devreye girmiş olmadığını unutmamak lazım” diye konuşuyor.
Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümit Akçay ise yeni programın etkili olmadığı görüşünde.
Doç. Dr. Akçay, Şimşek’in göreve gelmesinden bugüne kadarki süreci değerlendirip “Faiz oranları yüzde 8’den yüzde 50’ye çıkarılmasına rağmen enflasyon 2 kat arttı ve Türk Lirası önemli oranda değer kaybetti. Bu durum, Bakan Şimşek’in, güçlü iç talep ve ücret artışlarını enflasyonun başlıca kaynakları olarak gören ortodoks programının etkili olmadığını gösteriyor” yorumunu yapıyor.
Doç. Dr. Akçay, Türkiye ekonomisinin şu anda karşı karşıya olduğu en acil sorunun hayat pahalılığı krizi olduğunu savunuyor.
Bundan sonra ne olabilir?
Peki bundan sonraki dönemde ekonomide hangi gelişmeler yaşanabilir?
Bakan Şimşek, “Enflasyonu düşürmek, cari açığı azaltmak, bütçe disiplini tesis etmek ve yapısal sorunları çözmek konusunda kararlıyız” diyor.
Enflasyon konusunda ise yıllık enflasyon oranının önümüzdeki ay yüzde 60’a, bir sonraki ay ise yüzde 50’ye düşebileceğini ve önümüzdeki aylarda yüzde 50’nin altına inebileceğini söylüyor.
Merkez Bankası’na göre 2024 yıl sonu enflasyon beklentisi ise yüzde 38.
Prof. Dr. Yumuşak da enflasyonun önümüzdeki dönemde düşeceğini bekliyor:
“30’lu rakamlara indirilmesi bile mümkün olabilir ama en kötü 40-45 bandında olmasını bekliyoruz. Enflasyonun düşme trendinin devam edeceğini söylemek mümkün. Ancak belki 2026 yılında tek hanelere indirilmesi konusunda bazı tedbirler alınmasına gerek olabilir.”
Doç. Dr. Akçay da enflasyon önümüzdeki aylarda öncelikle baz etkisi nedeniyle düşeceği kanısında.
“Ancak enflasyonun düşmesi hayat pahalılığı krizinin sona erdiği anlamına gelmiyor. Reel ücret artışları ya da alt sınıflara yönelik önemli destekler olmadan hayat pahalılığı krizi devam edecektir” diye ekliyor Doç. Dr. Akçay.
“Bakan Şimşek’in politikaları devam ederse dezenflasyon sürecinin bütün yükü ücretlilerin omzuna bineceğini, bunun Türkiye’de emeğin milli gelirden aldığı payın ani düşüşü ve ve gelir dağılımındaki hızlı bozulma olarak tanımladığı ‘gelir bölüşümü şokunu’ daha da kötüleştireceğini” savunuyor.
Prof. Dr. Demiralp ise öncelikle yeniden inşanın yıkmaktan daha yavaş bir süreç olduğu görüşünde.
“Enflasyonun genel seçim sonrasındaki 3 senelik sürede tek haneli rakamlara düşmesinin ciddi bir yavaşlamaya izin verilmediği sürece kendisine zor geldiğini” belirten Prof. Dr. Demiralp, “Bunun daha da uzun sürüp sürmeyeceği mevcut politikaların ve yeni ekonomi ekibinin ne kadar uzun soluklu olup olmamasına bağlı ki bu da belirsizliğini koruyor” diyor ve ekliyor:
“Eğer Merkez Bankası enflasyon raporunda çizdiği kararlı ve şahin patikadan geri dönmezse, er ya da geç fiyat istikrarını sağlayabilir ancak bunun için para politikasına maliye politikasından daha fazla destek ve yapısal reformlarla desteklenen bir süreç gerekiyor.”
Sorunların çözümü ne?
Ekonomide yaşananlar karşısında ne yapılması gerektiği konusunda da uzmanların görüşleri farklılık gösteriyor.
Prof. Dr. Yumuşak’a göre Türkiye ekonomisinin yaşadığı sorunların temel nedeni, gelişmekte olan ülke niteliklerine haiz olması.
Prof. Dr. Yumuşak yapılması gerekenlerle ilgili önerilerini şöyle anlatıyor:
“Özellikle orta gelir seviyesinden üst gelir seviyesine geçmek için önemli hamleler yapılmasına ihtiyaç vardır. Türkiye’nin başta enerjide dışa bağımlı olması ve cari açık vermesi, bu hamlelerin yapılmasını olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla Türkiye belki 60’lı, 70’li, 80’li, hatta 90’lı yıllarda yapması gereken hamleleri ancak iki binli yıllardan sonra yapmak durumunda kalmıştır.
“Özellikle de enerji çeşitliliğinin farklılaştırılması ve sürdürülebilir enerji kaynaklarına ulaşılması, Türkiye’yi hem Avrupa, hem Orta Asya, hem Afrika ve hem de Orta Doğu için vazgeçilmez bir ekonomi haline getirecektir.”
Prof. Dr. Demiralp, Türkiye ekonomisinin odağını uzun vadeli sürdürülebilir büyüme politikalarına kaydırarak düzelebileceği kanısında:
“İşe kurumsal yapıyı güçlendirecek köklü bir hukuk reformu ile başlamak gerekiyor…
“Türkiye’nin yaşadığı kronik enflasyon probleminin sebebi Merkez Bankamızın fiyat istikrarını nasıl sağlanacağını bilmemesi değildir. Ancak bir taraftan siyasi baskıya maruz kalan bir merkez bankası arzu ettiği dozda ve sürede ekonomiyi yavaşlatamazken diğer yandan ithal ara malına ve dış finansmana dayalı üretim yapımız enflasyonla mücadelede Merkez Bankası’nın elini bağlıyor.
“Hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesiyle birlikte bağımsız bir merkez bankası, uzun vadeli sürdürülebilir büyüme için çok gerekli olan doğrudan yabancı sermaye yatırımını çekecektir. Güçlü kurumlar ve şeffaflık, liyakati teşvik edecektir. Yapısal reformlar inovasyonu teşvik edecek ve odağımızı uzun vadeye kaydıracaktır.”
Doç. Dr. Akçay ise öncelikle, vurgu yaptığı hayat pahalılığı kriziyle mücadeleyi ve daha adil bir ekonomik yapı kurulmasını savunuyor:
“Hayat pahalılığı kriziyle baş etmek için politikalar, artan oranlı vergilendirme ve mali tedbirler yoluyla üst sınıfların harcamalarını azaltmaya odaklanmalı ve de alt sınıflar, yararlandıkları kamu hizmetleri meta olmaktan çıkarılarak ve barınma, ulaşım ve gıda gibi temel tüketim maliyetleri düşürülerek desteklenmelidir. Bu yaklaşım, ücretliler üzerindeki yükü hafifletecek ve daha adil bir ekonomik yapı yaratacaktır.”